Gören, düşünen, işiten ve hisseden canlı biri olduğum için yürüyebiliyorum ya da yürüdükçe canlanıyorum!

miraç 2
i.s.r.a.
Hâl’ime Edip

Anmak, adını bir merhametli Yâr’in
Merhametli dediysem Rahman-ı Rahim’in…
Kimseler duymasın diye gizliden ve bir vakti gecenin
Anmak isimlerini Semi’ül Basir’in…
Anlamak, anılmaktan geçer anmaları dillerin
Âh! Ne de güzel an’a düşüşü isminin
İpince, incelerden de ince, zarif ve nazenin
Anlamak, anıldığın için anabiliyor O’nu kalbin…

‘‘Subhandır O ki kulunu gece vakti yürütmekte, Mescid-i Haram¹’dan etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa²’ya, ayetlerimizden [bazılarını] ona gösterelim diye; şüphesiz O/o³ işiten ve görendir.’’ [İsra, 1]

Birinci Basamak
‘‘Subhandır O ki kulunu gece vakti yürütmekte…’’

Yürüyorum…
Zifiri karanlıkta gökyüzünde süzülen bir ay gibi gecenin içinden geçiyorum.
Mekânı önüme serip zamanın içinden geçerek yürüyorum.
Gün oluyor dert deryasına dalıyorum, gün oluyor mutluluk dalgaları ile coşuyorum. Bazen hayat meşgalesine kapılıp bilinçsizce kendimi akışa bırakıyorum. Bazen korkuyorum, bir koy bulup saklanıyorum. Nihayetinde bir sahil-i selamete ulaşmak ümidi ile ummanlar içre yüzüyorum.
Ben, Ademoğlu, üzeri hikmet perdesi ile örtülmüş şu dünya gecesinde yürütülüyorum. Bütün kâinatı düzen içerisinde eksiksiz ve noksansız bir şekilde var eden Zat’ın emri ile kendi yörüngemde akıp gidiyorum. Yine bir gece yolculuğu ile başlamamış mıydı zaten tüm bu serüven! Kul olarak düşmüştüm annemin hiç bilmediğim karanlık rahmine.

İkinci Basamak
‘‘…Mescid-i Haram’dan etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya….’’

Boyun eğiyorum…
Acizliğimi anlayıp boynumu büküyorum.
Öylesine bir kabulleniş değil bu.
Kalbimin derinliklerine ok gibi saplandığını hissettiğim ve kimseye diyemediğim mahrem bir duygu ile fark ediyorum acizliğimi. Ne çekip alabiliyorum oku ne de ilaç bulabiliyorum.
Başıma gelenler bi’ benim başıma geldi sanıyorum. Gece bitmeden içinden çıkamıyorum..
Musa tutuyor elimi aniden, alıp götürüyor beni memleketimden uzağa. Çok uzaklara. Nuh’un kalbine uğruyoruz ilk önce. Bak! Nasıl da mahzun; seller altında kaldı yerin yüzü. Yunus’u gösteriyor, balığın içine hapsolmuş ümidini. Ve İbrahim… Şimdi kalbinin mutmain olduğuna bakma! Ne ateşli sorular sordu aklı ona. Âh bu Musa.. Su serpiyor asasını kalbime her vurduğunda. Kim öğretti diyecek oluyorum böyle konuşmayı sana, kim öğretti? Tam da aklımın anlayacağı şekilde sözlerin ve seveceği türden kalbimin. Tebessümünde iki kelime okunuyor: Kavl-i leyyin⁴.. Anlıyorum ki benden milyarlarca yıl uzağımdakilerin secde ettikleri mescidin etrafını kutsal, mübarek, onurlu, iyi, güzel, anlamlı ve hikmetli yapan mana/mesaj her neyse beni secdeye götüren yaşadığım bütün secdegâhlarım da aynı mana denizinden beslenmekte.

Üçüncü Basamak
‘‘…ayetlerimizden [bazılarını] ona gösterelim diye;…’’

Mana arıyorum.
Anlamlandırmaya çalışıyorum…
Sessizliğin sesine dikkat kesilerek iz sürüyorum.
Bir şeye işaret bu yaşadıklarım. Bir iz, bir işaret, bir ayet..
Yıldızlara ilişiyor gözlerim, Musa’yı anıyorum.
Hakikati anlamanın, kainat üzerinde yazılı olan mesajı/ayeti okumanın birden fazla -diyebilirim ki yaratılmışların sayısınca- yöntemi olduğunu anlıyorum. Bazı ayetleri anlamak için kuşlar tutuyorum, bazıları için oruç, Meryem misali susarak. Bazen incecik bir hilal anlatıyor hakikati gecenin içinde, bazen bal arısı sürüyor gerçeğin o eşsiz tadını dilime. Bazılarını anlamak için ise sıkışıp kaldığım sınırlı zaman ve mekândan çıkarak uzaklaşıyorum.
Kandiller tutuşturuyorum Nuh’un uzattığı zeytin ağacından, Yunus’un Ay ışığını ödünç alıyorum ve Yusuf’un gömleğini g(s)özüme sürüyorum… aydınlanıyor yolum.
Görüyorum ki anlamsız değil bu yolculuk; işte şahitliğimin ilanı şu okuduğum an, dokunduğum şu mekân. Şahidim ey Gören ve İşiten: Başıboş ve öylesine savruluyor değilim gecenin içinde, her an’ımda her adımımda şahit olunuyorum. An’a d/okunuyorum ve binbir renkli çiçek olup açıyor sinemdeki Esma yüklü tohum. Can buluyor yolculuğum.

Dördüncü Basamak
‘‘…şüphesiz O/o işiten ve görendir.’’

Canlanıyorum…
Diriliyor ruhum.
Ötelerden, ta ötelerden gelen ama yankısını/yansımasını buradan işitebildiğim bir ses duyuyorum.
Şuurlu Bir’i tarafından tercih edildiğimi anladığım anda düzleşiyor beni öldürmek isteyen fani uçurum. Beni gören Bir’ine kul olduğumu duyumsuyorum. Gören, fark eden, düşünen, işiten, duyan ve hisseden canlı biri olduğum için bu yürüyüşün içinde var ediliyorum. Ya da yürüdükçe canlanıyorum, ayağa kalkıyor kulluğum, kıyama duruyor ruhum. Her sabah ve akşam kalbimi ve kalıbımı yaşıyor buluyorum. Öldürülmedim o halde, ümitlice devam etmeliyim yürüyüşüme.

Çok basamaklı bir gece (dünya) yolculuğunun adı olmalı miraç. Yolculuk boyunca kul olduğumu fark ettiğim her an, fark edişime secde ettiğim her mekân ve ruhumun dirilmesi, an’larımın baki alemde can bulması niyetiyle gösterdiğim her ceht ve gayret miracım için birer basamak. Bazen basamakların yerleri değişse de kademe kademe çıkılan kemâlât yolculuğunun adı olmalı miraç. Gece karanlık, uyku çökebilir, gaflet beni bürüyebilir. Bütün bunları Bilen, Gören ve beni yolculuğa Gönderen’in sesini işitiyorum… ‘‘Ey örtüsüne bürünen. Geceleyin kalk, birazı hariç. Gecenin yarısı kalk yahut ondan birazını eksilt. Yahut onun arttır ve Kur’an’ı tane tane oku. Doğrusu biz, senin üzerine ağır bir söz bırakacağız. Gece kalkmak (ve okumak) daha kuvvetli, daha elverişli ve daha doğrudur.’’ [Müzzemmmil, 1-6]

Duam olsun beni İşiten’e:
‘Hâl’ime Edip’ diyebildiğim her kelime, basamaklarımın küçük birer taşı olsa keşke…*

——————————————————————————————————————————–

1:Haram kelimesi, sınırları belli olan bir bölgeyi ifade etmektedir ve Mescid-i Haram Peygamber’in yaşadığı bölgedeki mescidin adıdır. Bu bağlamda Mescid-i Haram’ın –Haram’ını kişinin kendine ait yaşanmışlıkları; Mescid’i ise secdeye vesile olan yer, olay, durum, an şeklinde anlıyorum.

2: Aksa kelimesi, uzak anlamındadır ve Mescid-i Aksa, Mekke’ye olan uzaklığına nispeten böyle adlandırılmıştır. Birinci nottaki anlayışa binaen Mescid-i Aksa’yı da kişinin kendi hayatının dışında yer alan ve anlamlı bir secde ile sonuçlanan bütün yaşanmışlıklar olarak düşünüyorum.

3: Ayetin orijinalinde ‘o’ zamirinin önünde Allah’a ait bir lafız olmadığı için iki görüş bildirilmektedir. Birincisi Allah’ı, ikincisi abd yani kulu ifade eder denilmektedir.

4: Yumuşak ve tatlı söz.

*: Bu yazı gerçekten bir basamak oldu inşaAllah. Akıl ve kalbimden geçen ve fakat yazının genel üslubuna uygun cümleler haline getirmeyi beceremediğim için birçok şeyi yazamadım. Tek bir ayet ile bunca hakikati anlatan Kur’an karşısındaki acizliğimi, beyin kıvrımlarımdan parmaklarımın ucuna kadar hissettim. İtiraf ederim ki Kur’an’ı indiren Zat –ki ben O’na Allah diyorum- Subhan’dır, Aziz’dir, Âlâ’dır.

Görsel: https://www.saatchiart.com/art/Photography-Spiral-staircase-Vatican-Museum-Limited-Edition-1-of-20/1012963/3756773/view

Gören, düşünen, işiten ve hisseden canlı biri olduğum için yürüyebiliyorum ya da yürüdükçe canlanıyorum!’ için 4 yanıt

Yorum bırakın